Erzurum beş gün boyunca doğal gazsız, huzursuz ve belirsizlik içinde kaldı. Evler buz kesti, insanlar tedirginlik içinde bekledi. Yetkililerin açıklamalarına baktığımızda ise karşımıza tanıdık bir tablo çıkıyor: Sorun yine “teknik”, yine “rastlantı”, yine “kimsenin suçu değil.”
Regülatörlerde tıkanan filtrelermiş… Gazın içindeki kirlilikmiş… Sökülmüş vanalarmış… Kesilmiş borulammış…
Peki ben de soruyorum:
Bu kadar arıza bir anda, aynı hafta içinde nasıl oluyor?
Kusura bakılmasın ama artık bu bahaneler kimseyi ikna etmiyor. Eğer filtreler tıkanıyorsa bakım eksik. Gaz kirliyse kontrol eksik. Vana sökülmüşse güvenlik eksik. Hangisini seçerseniz seçin, iş dönüp dolaşıp yine aynı yere geliyor: Bu şehir yönetilmiyor, idare ediliyor. O da ancak sorun patladıktan SONRA…
Patlamanın yaşandığı yerde vananın sökülmüş olduğu iddiası ortaya atılıyor. Bu nasıl bir güvenlik açıkları zinciridir? Bir binada vana sökülüyor, boru kesiliyor ama kimsenin haberi yok. Kontroller nerede? Denetim nerede?
Bir mahallede okul gaz kokusu yüzünden boşaltılıyor, diğer mahallede patlama oluyor, şehir genelinde gaz kesiliyor ama kimse çıkıp “Burada büyük bir sistem sorunu var” demiyor.
Yetkililer sokak sokak dolaşıp dedektörlerle kontrol yaptıklarını anlatıyor. Çok güzel.
Ama keşke bunu patlama olmadan önce de yapsaydınız.
Erzurum’un kışı serttir ama halkı metindir. Fakat metanet, ihmalin bahanesi olamaz. On binlerce insan günlerce gaz beklerken, evinde hasta yaşlısı olan vatandaş buz gibi odalarda battaniyeye sarılırken bu şehir kendi kaderine terk edildi.
Bu süreçte yapılan açıklamalar, sorumluluğu filtreye, çamura, vanaya, boruya atan savunmalardan öteye geçmedi. Kimse çıkıp “Evet, bu aksaklık bizim kontrolümüzde önlenebilirdi” demedi.
O yüzden bu soruyu tekrar soruyorum:
Bu şehir donarken kim uyuyordu?
Sorun teknik değil, sistemseldir.
Sorun arıza değil, denetimsizliktir.
Sorun kaza değil, önlemsizliktir.
Gerçek sorumlular ortaya çıkarılmadıkça, bu yaşananlar sadece bir gaz kesintisi değil; bir yönetim krizi olarak tarihe geçecek.