İŞ / İŞSİZLİK SORUNSALI

İŞ / İŞSİZLİK SORUNSALI

Editör

18.08.2025 18:03:17

Tarih: 18.08.2025 18:03

Sokaklarda yürürken vitrinlerde “eleman aranıyor” ilanlarıyla karşılaşıyoruz. Sosyal medyada yüzlerce iş ilanı dolaşıyor, bazı sektörlerde patronlar işçi bulamamaktan şikâyetçi… Ama aynı anda başka bir sokaktaki evlerde, birileri aylardır, belki yıllardır iş arıyor ve bulamıyor. O zaman doğal bir soru çıkıyor ortaya: “Madem iş var, neden bu kadar çok işsiz var?”

Başta bu sorunun yanıtı çelişkili gibi görünse de, mesele yalnızca işin olup olmaması değil, işin niteliği, koşulları, hakkaniyeti ve insanların yaşadığı toplumsal-sosyal gerçeklikle çok daha yakından ilgili.
İş varsa işsizlik neden var sorusu, ekonomik bir meselenin yanı sıra, sosyolojik bir aynadır. Bu aynaya, hem ülkenin yapısal problemleri, hem de bireylerin çaresizliği yansır.

Evet, iş var. Ama çoğu zaman bu iş, asgari ücretin bile altında ücretle, sosyal güvenceden yoksun, uzun saatler çalışmayı gerektiren, emek sömürüsüne dayalı işler. Bir baba, sabah yedide evden çıkıp gece on birde eve dönüp de, ay sonunda faturaları ödemekte zorlanıyor ya da ödeyemiyorsa, o işi “var” saymak ne kadar gerçekçidir?

Bir genç, ailesinin onca emeğiyle üniversiteyi bitirip, kendine bir gelecek kurmaya çabalarken, üç kuruşluk kazancı olan işinde, sürekli aşağılanarak çalışmayı niye kabul etsin? “İş var” diyenler bu tabloyu görmezden gelir çünkü, onlara göre “çalışmak istemeyen iş bulamaz”. Oysa mesele sadece çalışmak değil, insana yaraşır bir yaşam sürmektir.

Bir başka sorun, nitelik-niteliksizlik uçurumu: İş var ama o işi yapacak nitelikte insan yok. Ya da insan var ama onun nitelikleriyle örtüşen iş yok.
Hangi sektörün neye ihtiyacı var planlanmadan, milyonlarca üniversiteli genç, okuyor, mezun ediliyor.
Sonuç: Mesela; turizm otelciliği okuyan bir genç kuryelik yapıyor. Endüstri mühendisliği mezunu bir kadın evde örgü örüp satıyor. Vb. Bu örneklendirme uzar gider... Çünkü mezuniyetle istihdam arasında bir bağ kurulmamış.
Aynı zamanda birçok sektörde “ara eleman” sıkıntısı var. Kimse kalfa, usta, tekniker olmak istemiyor çünkü, yıllarca küçümsendi bu işler. Oysa ki bu branşlar olmadan ne sanayi yürür ne üretim… Eğitim sistemindeki bu çarpıklık, hem işsizliği hem de iş gücü açığını aynı anda büyütüyor.

Coğrafya Kaderdir: Bölgesel adaletsizlik... Doğuda işsizlik oranı batıya göre iki kat fazlayken, büyük şehirlerde insanlar bir işe girebilmek için torpil ararken, bazı kırsal bölgelerde patronlar çalıştıracak insan bulamıyor. Çünkü fırsatlar eşit değil. Bir şehirde tek bir fabrika yokken, diğerinde organize sanayi bölgeleri dolup taşıyor. Devletin yatırım politikaları bu eşitsizliği düzeltmediği sürece, bazı şehirlerde iş varsa da ulaşılmaz, bazılarında da işe ulaşmak hayatın en büyük bedeli olabiliyor...

Göç, geçim, umutsuzluk... Köyünden göçüp büyük şehre gelen biri, ev kirası, ulaşım masrafı, yemek parası derken ay sonunu getiremiyorsa, çalışmak için değil, hayatta kalmak için çabalıyordur ve çoğu zaman bu çaba sonuçsuz kalabiliyor. Kayıtdışı çalışmanın yaygın olduğu ülkelerde insanlar her an işsiz kalma korkusuyla yaşar. Bir işin vardır ama yarın olup olmayacağı meçhul.
Bazı insanlar da çalışmak istemediğinden ya da iş beğenmemezlik yaptığından dolayı değil, hak ettiği işte çalışma hayalinden ötürü işsizdir. Ama bu hak arayışı bile zamanla yerini umutsuzluğa bırakır. Her kapı yüzüne kapandığında insan, sonunda o kapıyı çalmamayı öğrenir.

Torpil, adam kayırma ve tanıdık meselesi. Birçok işe giriş, bilgi ve liyakatle olmadığı bir çağda olduğumuz, su götürmez bir gerçek. Tanıdıkla gerçekleşir. Yani o işi yapacak yeterliliğe sahip olmak yetmiyor. Doğru yerde, doğru kişiye yakın olman gerekir. Bu da işsizliği adaletsizliğe dönüştürüyor. İnsanlar artık “işe uygun muyum?” dan çok “bir tanıdık bulabilir miyim?” sorusuna yanıt arar hale geldi.

İşsizlik sadece maddi değil, manevi bir yıpranmadır. İşsiz bir birey, toplum içinde kendini değersiz hisseder, sosyal çevresinde eksik görülür. İş bulmuşsa da o işi yapacak gücü, psikolojisi kalmamıştır. Çünkü umut kırıldıkça, çaba da tükenir. Bu psikolojik buhran, özellikle gençler arasında büyük bir görünmez salgına dönüşmüştür..

İş varsa, işsizlik neden bu kadar çok? sorusunun cevabını, sistemin çarklarında da bulmamız mümkün. Evet, iş var. Ama çoğu zaman o iş, insana değil, sisteme hizmet ediyor. İnsanın emeğine saygı duymayan, liyakate değil bağlantıya bakan, işi en çok hak edenden ziyade, ucuza çalıştırabileceği işçi, personel isteyen bir sistemde işin olması, işsizliğe çare olamaz.

Gerçek çözüm emeğe saygı, fırsatta adalet, eğitimde akıl, yönetimde vicdan ile mümkündür. Yoksa “iş var” lafı, sadece tabelada yazılı bir yalandan ibaret kalır.

En acı olanı ise genç işsizliğidir. Gençlik, bir insanın en üretken, en dinamik çağıdır. Hayal kurduğu, gelecek için umut beslediği yıllardır. Fakat günümüzde, üniversite mezunu bir genç, diplomasını alır almaz gerçeklerle tokat gibi yüzleşiyor. Çoğu zaman karşısına çıkan işler, aldığı eğitimin karşılığı değildir, daha da kötüsü, bazen hiç iş çıkmıyor.
Bu gençler ya ailesine yük olmamak için geçici işler yapıyor ya da işsizlik girdabına çekilip içine kapanıyor. Evlilik, ev sahibi olmak, çocuk sahibi olmak gibi hayatın temel aşamaları, belirsiz bir geleceğe öteleniyor. Beklentiler düşüyor, umutlar kırılıyor.
Kırılan hayallerin faturası sadece bireylere değil, topluma da kesiliyor. Çünkü üretmeyen gençlik, sorgulamayı bırakır. Yaratıcılığını tüketir. Umutsuzluk, bir milletin en sinsi düşmanıdır.

İşsizlik rakamlarında çoğu zaman kadınlar gerçekte olduklarından daha az görünür. Çünkü birçok kadın, evde çalışmak zorunda bırakıldığı için işsiz bile sayılmaz. Oysa milyonlarca kadın, çalışmak, üretmek, kendi ayakları üzerinde durmak isterken sistem onlara yalnızca “ev kadını” rolünü biçmiştir. Bazı kadınlar ise iş yerlerinde mobbinge, düşük ücretlere, güvencesiz çalışmaya razı gelmek zorunda kalıyor. Bir kısmı da, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi yükleri omuzladığı için iş dünyasına adım bile atamıyor.
Oysa bir toplumun kalkınması, ancak kadınlar üretime eşit şartlarda katıldığında mümkündür. Kadın emeği değerlendirilmeyen bir toplum, kendi potansiyelinin yarısını baştan kaybetmiştir.

Bir başka karmaşık boyut da mülteci iş gücüdür. Türkiye gibi mülteci kabul eden tüm ülkelerde, özellikle tarım, inşaat, tekstil gibi sektörlerde düşük ücretle çalışan milyonlarca mülteci, hem işverenin tercih ettiği ucuz iş gücü haline gelmekte, hem de yerli işçiyi işsiz bırakmaktadır.
Bu durum işveren için maliyeti düşürse de, işçinin haklarını eritmekte. Sosyal dengesizlikleri derinleştirmekte, yerli halkta öfke ve ayrımcılık duygularını körüklemektedir. Sonuçta; mülteci ve o ülkenin vatandaşı ezilirken, kazanan hep aynı: Sistemin en üstündeki sermaye sahipleri...

“İş varsa işsizlik neden bu kadar çok?” sorusu, bizi sadece bugüne değil, geleceğe de karamsar bakmaya mahkum ediyor. Yapay zekâ, otomasyon, dijitalleşme derken birçok meslek ortadan kalkıyor. Yeni meslekler doğuyor ama eğitim sistemi hâlâ 20 yıl öncenin mantığıyla insan yetiştiriyor.

Yani önümüzdeki yıllarda da işler olacak, ama yine milyonlarca insan işsiz kalacak. Çünkü sistem değişmezse mesleklerde, insanlar da kaybedecek. Bu nedenle işsizliğe karşı çözüm, sadece yeni iş alanları açmak değil, insana yakışır iş üretmek, eğitimi geleceğe göre şekillendirmek ve eşit fırsatlar sunmak olmalı.
İşsizlik kader değil, Sonuçtur.

İşsizlik sorunsalı, bir tesadüf değildir. O, yılların biriktirdiği yanlış politikaların, plansız eğitimin, adaletsiz paylaşımın ve insana değer vermeyen anlayışın bir sonucudur. Bir toplumda milyonlarca insan işsizse, bu sadece “çalışmak istememekle” açıklanamaz. Bu bir sistem arızasıdır. İş varsa da, o işe ulaşamayanların neden ulaşamadığını sorgulamak gerekir. Her “eleman aranıyor” ilanına karşı, bir işsizi suçlamak yerine, sistemi sorgulama vesilesi olmalıdır. Çünkü işsizlik yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki bir meseledir.
Unutumamalıdır ki; İnsana yakışmayan her işsizlik, insanlık onuruna bir darbedir.

Görüşmek üzere



Editör


İŞ / İŞSİZLİK SORUNSALI

İŞ / İŞSİZLİK SORUNSALI


Sokaklarda yürürken vitrinlerde “eleman aranıyor” ilanlarıyla karşılaşıyoruz. Sosyal medyada yüzlerce iş ilanı dolaşıyor, bazı sektörlerde patronlar işçi bulamamaktan şikâyetçi… Ama aynı anda başka bir sokaktaki evlerde, birileri aylardır, belki yıllardır iş arıyor ve bulamıyor. O zaman doğal bir soru çıkıyor ortaya: “Madem iş var, neden bu kadar çok işsiz var?”

Başta bu sorunun yanıtı çelişkili gibi görünse de, mesele yalnızca işin olup olmaması değil, işin niteliği, koşulları, hakkaniyeti ve insanların yaşadığı toplumsal-sosyal gerçeklikle çok daha yakından ilgili.
İş varsa işsizlik neden var sorusu, ekonomik bir meselenin yanı sıra, sosyolojik bir aynadır. Bu aynaya, hem ülkenin yapısal problemleri, hem de bireylerin çaresizliği yansır.

Evet, iş var. Ama çoğu zaman bu iş, asgari ücretin bile altında ücretle, sosyal güvenceden yoksun, uzun saatler çalışmayı gerektiren, emek sömürüsüne dayalı işler. Bir baba, sabah yedide evden çıkıp gece on birde eve dönüp de, ay sonunda faturaları ödemekte zorlanıyor ya da ödeyemiyorsa, o işi “var” saymak ne kadar gerçekçidir?

Bir genç, ailesinin onca emeğiyle üniversiteyi bitirip, kendine bir gelecek kurmaya çabalarken, üç kuruşluk kazancı olan işinde, sürekli aşağılanarak çalışmayı niye kabul etsin? “İş var” diyenler bu tabloyu görmezden gelir çünkü, onlara göre “çalışmak istemeyen iş bulamaz”. Oysa mesele sadece çalışmak değil, insana yaraşır bir yaşam sürmektir.

Bir başka sorun, nitelik-niteliksizlik uçurumu: İş var ama o işi yapacak nitelikte insan yok. Ya da insan var ama onun nitelikleriyle örtüşen iş yok.
Hangi sektörün neye ihtiyacı var planlanmadan, milyonlarca üniversiteli genç, okuyor, mezun ediliyor.
Sonuç: Mesela; turizm otelciliği okuyan bir genç kuryelik yapıyor. Endüstri mühendisliği mezunu bir kadın evde örgü örüp satıyor. Vb. Bu örneklendirme uzar gider... Çünkü mezuniyetle istihdam arasında bir bağ kurulmamış.
Aynı zamanda birçok sektörde “ara eleman” sıkıntısı var. Kimse kalfa, usta, tekniker olmak istemiyor çünkü, yıllarca küçümsendi bu işler. Oysa ki bu branşlar olmadan ne sanayi yürür ne üretim… Eğitim sistemindeki bu çarpıklık, hem işsizliği hem de iş gücü açığını aynı anda büyütüyor.

Coğrafya Kaderdir: Bölgesel adaletsizlik... Doğuda işsizlik oranı batıya göre iki kat fazlayken, büyük şehirlerde insanlar bir işe girebilmek için torpil ararken, bazı kırsal bölgelerde patronlar çalıştıracak insan bulamıyor. Çünkü fırsatlar eşit değil. Bir şehirde tek bir fabrika yokken, diğerinde organize sanayi bölgeleri dolup taşıyor. Devletin yatırım politikaları bu eşitsizliği düzeltmediği sürece, bazı şehirlerde iş varsa da ulaşılmaz, bazılarında da işe ulaşmak hayatın en büyük bedeli olabiliyor...

Göç, geçim, umutsuzluk... Köyünden göçüp büyük şehre gelen biri, ev kirası, ulaşım masrafı, yemek parası derken ay sonunu getiremiyorsa, çalışmak için değil, hayatta kalmak için çabalıyordur ve çoğu zaman bu çaba sonuçsuz kalabiliyor. Kayıtdışı çalışmanın yaygın olduğu ülkelerde insanlar her an işsiz kalma korkusuyla yaşar. Bir işin vardır ama yarın olup olmayacağı meçhul.
Bazı insanlar da çalışmak istemediğinden ya da iş beğenmemezlik yaptığından dolayı değil, hak ettiği işte çalışma hayalinden ötürü işsizdir. Ama bu hak arayışı bile zamanla yerini umutsuzluğa bırakır. Her kapı yüzüne kapandığında insan, sonunda o kapıyı çalmamayı öğrenir.

Torpil, adam kayırma ve tanıdık meselesi. Birçok işe giriş, bilgi ve liyakatle olmadığı bir çağda olduğumuz, su götürmez bir gerçek. Tanıdıkla gerçekleşir. Yani o işi yapacak yeterliliğe sahip olmak yetmiyor. Doğru yerde, doğru kişiye yakın olman gerekir. Bu da işsizliği adaletsizliğe dönüştürüyor. İnsanlar artık “işe uygun muyum?” dan çok “bir tanıdık bulabilir miyim?” sorusuna yanıt arar hale geldi.

İşsizlik sadece maddi değil, manevi bir yıpranmadır. İşsiz bir birey, toplum içinde kendini değersiz hisseder, sosyal çevresinde eksik görülür. İş bulmuşsa da o işi yapacak gücü, psikolojisi kalmamıştır. Çünkü umut kırıldıkça, çaba da tükenir. Bu psikolojik buhran, özellikle gençler arasında büyük bir görünmez salgına dönüşmüştür..

İş varsa, işsizlik neden bu kadar çok? sorusunun cevabını, sistemin çarklarında da bulmamız mümkün. Evet, iş var. Ama çoğu zaman o iş, insana değil, sisteme hizmet ediyor. İnsanın emeğine saygı duymayan, liyakate değil bağlantıya bakan, işi en çok hak edenden ziyade, ucuza çalıştırabileceği işçi, personel isteyen bir sistemde işin olması, işsizliğe çare olamaz.

Gerçek çözüm emeğe saygı, fırsatta adalet, eğitimde akıl, yönetimde vicdan ile mümkündür. Yoksa “iş var” lafı, sadece tabelada yazılı bir yalandan ibaret kalır.

En acı olanı ise genç işsizliğidir. Gençlik, bir insanın en üretken, en dinamik çağıdır. Hayal kurduğu, gelecek için umut beslediği yıllardır. Fakat günümüzde, üniversite mezunu bir genç, diplomasını alır almaz gerçeklerle tokat gibi yüzleşiyor. Çoğu zaman karşısına çıkan işler, aldığı eğitimin karşılığı değildir, daha da kötüsü, bazen hiç iş çıkmıyor.
Bu gençler ya ailesine yük olmamak için geçici işler yapıyor ya da işsizlik girdabına çekilip içine kapanıyor. Evlilik, ev sahibi olmak, çocuk sahibi olmak gibi hayatın temel aşamaları, belirsiz bir geleceğe öteleniyor. Beklentiler düşüyor, umutlar kırılıyor.
Kırılan hayallerin faturası sadece bireylere değil, topluma da kesiliyor. Çünkü üretmeyen gençlik, sorgulamayı bırakır. Yaratıcılığını tüketir. Umutsuzluk, bir milletin en sinsi düşmanıdır.

İşsizlik rakamlarında çoğu zaman kadınlar gerçekte olduklarından daha az görünür. Çünkü birçok kadın, evde çalışmak zorunda bırakıldığı için işsiz bile sayılmaz. Oysa milyonlarca kadın, çalışmak, üretmek, kendi ayakları üzerinde durmak isterken sistem onlara yalnızca “ev kadını” rolünü biçmiştir. Bazı kadınlar ise iş yerlerinde mobbinge, düşük ücretlere, güvencesiz çalışmaya razı gelmek zorunda kalıyor. Bir kısmı da, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi yükleri omuzladığı için iş dünyasına adım bile atamıyor.
Oysa bir toplumun kalkınması, ancak kadınlar üretime eşit şartlarda katıldığında mümkündür. Kadın emeği değerlendirilmeyen bir toplum, kendi potansiyelinin yarısını baştan kaybetmiştir.

Bir başka karmaşık boyut da mülteci iş gücüdür. Türkiye gibi mülteci kabul eden tüm ülkelerde, özellikle tarım, inşaat, tekstil gibi sektörlerde düşük ücretle çalışan milyonlarca mülteci, hem işverenin tercih ettiği ucuz iş gücü haline gelmekte, hem de yerli işçiyi işsiz bırakmaktadır.
Bu durum işveren için maliyeti düşürse de, işçinin haklarını eritmekte. Sosyal dengesizlikleri derinleştirmekte, yerli halkta öfke ve ayrımcılık duygularını körüklemektedir. Sonuçta; mülteci ve o ülkenin vatandaşı ezilirken, kazanan hep aynı: Sistemin en üstündeki sermaye sahipleri...

“İş varsa işsizlik neden bu kadar çok?” sorusu, bizi sadece bugüne değil, geleceğe de karamsar bakmaya mahkum ediyor. Yapay zekâ, otomasyon, dijitalleşme derken birçok meslek ortadan kalkıyor. Yeni meslekler doğuyor ama eğitim sistemi hâlâ 20 yıl öncenin mantığıyla insan yetiştiriyor.

Yani önümüzdeki yıllarda da işler olacak, ama yine milyonlarca insan işsiz kalacak. Çünkü sistem değişmezse mesleklerde, insanlar da kaybedecek. Bu nedenle işsizliğe karşı çözüm, sadece yeni iş alanları açmak değil, insana yakışır iş üretmek, eğitimi geleceğe göre şekillendirmek ve eşit fırsatlar sunmak olmalı.
İşsizlik kader değil, Sonuçtur.

İşsizlik sorunsalı, bir tesadüf değildir. O, yılların biriktirdiği yanlış politikaların, plansız eğitimin, adaletsiz paylaşımın ve insana değer vermeyen anlayışın bir sonucudur. Bir toplumda milyonlarca insan işsizse, bu sadece “çalışmak istememekle” açıklanamaz. Bu bir sistem arızasıdır. İş varsa da, o işe ulaşamayanların neden ulaşamadığını sorgulamak gerekir. Her “eleman aranıyor” ilanına karşı, bir işsizi suçlamak yerine, sistemi sorgulama vesilesi olmalıdır. Çünkü işsizlik yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki bir meseledir.
Unutumamalıdır ki; İnsana yakışmayan her işsizlik, insanlık onuruna bir darbedir.

Görüşmek üzere

  • BIST 100

    14199,48%0,12
  • DOLAR

    42,80% 0,19
  • EURO

    50,22% 0,07
  • GRAM ALTIN

    5961,58% 0,11
  • Ç. ALTIN

    9632,85% 0,24
  • Cuma 12.7 ° / 3.5 ° Güneşli
  • Cumartesi 12.9 ° / 9.4 ° false
  • Pazar 14.1 ° / 10.5 ° false

İstanbul

19.12.2025

  • İMSAK 06:45
  • GÜNEŞ 08:17
  • ÖĞLE 13:06
  • İKİNDİ 15:24
  • AKŞAM 17:45
  • YATSI 19:12